Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp, Muğla Haber Gazetesi’ne verdiği röportajda Türkiye’deki yapılaşma sorunlarına değindi. İşte o röportaj…
Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi çarpık yapılaşma. Bu beraberinde niteliksiz göçüde getiriyor. Anadolu’dan yoğun bir göç akımı tarımı, turizmi, üretimi etkiliyor. Pek çok etkilediği alanlar var. Bu aynı zamanda şehirlerin birer kimlik yansıması olan mimarisini de etkiliyor kabul edersiniz. Bu çarpık yapılaşmayı bu konuma nasıl geldi bugüne kadar? Hükümetlerin bu konuda çalışmalarını yeterli buluyor musunuz?
İki temel sorun görüyorum ülkemizin bünyesinde. Birisi terör maalesef. Diğeri de çarpık yapılaşma. Özellikle İstanbul bölgesinde, Marmara bölgesinde yaşanan depremler sonrası gördük ki, özellikle 20 milyon nüfusun yerleştiği İstanbul’da beklenen deprem gerçekleşirse Türkiye’nin beli kırılabilir. Çünkü ekonomi, kültür, sanat orada. Bizim çok korkutucu senaryolarımız var. Deprem olduğu zaman uluslar arası kuruluşların hazırladığı senaryolar bunlar. 100 bin ölüm bekleniyor İstanbul’da ve özetle İstanbul’da yaşanacak bir deprem Türkiye’yi üzer. Güney Doğu’da terör, bir sürü başka sıkıntı sınırlarda, burada da deprem Türkiye ezilebilir diye korkuyoruz. O bakımdan bir kere bu açıdan çarpık mimarlı ve şehirciliği temel problemlerimizden biri olarak görüyoruz biz.
Bir başka açıdan yaklaştığımızda, mimarlık veya bina nedir diye baktığımızda. Bina, bir insanı veya bir aileyi fiziksel şartlardan koruyan bir korunak mıdır? Aile mahremiyetini sağlayan bir kabuk mudur? Hayır. Bina ve mimarlık bir kültürdür. Ülkelerin ve milletlerin dilleri, sanatları, resimleri, müzikleri, heykelleri var. Ama bunlardan en kalıcı olanı mimarlıktır. Çünkü dünya üzerinde insanoğlunun bıraktığı en kalıcı ve derin mühür şehirler, mimaridir. Uzaya çıktığımızda, şehirleri görüyoruz bit tek. Geriye dönüp baktığımızda, bizden önceki nesillerin kültürlerinin yaşantısını eski Efes, Milet, Didim gibi şehirlerden görüyoruz. O şehirleri, kalıntıları arkeolojik olguları inceleyerek eski kültürlerin nasıl yaşadığını, bilimsel seviyesini oralardan görüyoruz. O bakımdan mimariyi sadece bizi iklim şartlarından koruyan bir kabuk olarak görmemek lazım.
Bazıları belki mimariyi bir köşe dönme vesilesi olarak görüyor. Büyük inşaatlar yapılıyor çok yüksek fiyatlarda satılıyor. Herkesin farklı bir açısı var. Bir müteahhit mimariyi öyle bakıyor. Para kazanma olgusu olarak. Ama ben, bir kültürel varlık ve özellikle Türk kültürünü ileriki nesillere yansıtacak en güçlü kültürel olgu olarak bakıyorum. O bakımdan ülkemizin son 50-60 yılda ortaya koyduğu veya içine girdiği bu çarpık ve çürük yapılaşmanın Türkiye’nin ciddi bir temel ve birinci sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu tabi, niye böyle oldu? Bunu da kaygıyla izliyorum. Mısırda da benzer bir olguyu gördüm. Mısıra gidiyorsunuz, Nil Vadisinde turlar yapılıyor. O müthiş Farahların, Firavunların mezarları o medeniyeti geziyorsunuz. Muhteşem bir estetik ve mühendislik. Kahire’ye bir geliyorsunuz, müthiş bir mimari ve şehirsel çarpıklık.
Şimdi aynı şeyi bizde yaşamız. Osmanlı, müthiş bir mimari miras bırakmış. Ama biz bugün hiçbir mesajı olmayan hiçbir anlamı olmayan binalar stoğu içinde kaldık. Şu apartmanlaşma, 1960’larda Kat Mülkiyeti Kanunu çıkmasıyla hızlandı. Eskiden bir parselde bir ev olabiliyordu. Çok daireli bir sistem yoktu. İşte 60’larda Kat Mülkiyeti Kanunu çıktı. Bir parselde bir bina yapıp içinde müstakilen satılabilen daire dediğimiz çok maliyetli sistem çıktı. Ama mimarisine baktığımız zaman ne bir Türk be bir Avrupa mimarisi ne olduğu belli olmayan, daha doğrusu hiçbir mesajı olmayan bir stok var. Ben bunu şöyle bir benzetmeyle dile getiriyorum. Müzikte notaları anlamlı bir şekilde yan yana koyarsanız musiki eseri olur, anlamsız koyarsanız gürültü olur. Bende görsel gürültü diyorum çoğuna Türkiye’deki hakim mimariye. Tabi ki, güzel örnekler arada var ama onlarda çevrenin bozukluğu içinde kaybolup gidiyorlar.
Bir kere büyükşehirlerde yaşanan bir kötü süreç var, birde Muğla’da, Aydın’da olduğu gibi sahil turistik kıyı kesimlerinde yaşanan ayrı bir kötü olgu var. Uçaktan baktığımız zaman Avrupa şehirlerinde çok dengeli bir yeşil yapı dengesi görüyoruz. Bir geliyoruz bizim şehirlerimizin üzerine kahverengi. Sevmediğim, beğenmediğim Sofya bile İstanbul’a ve diğer şehirlerimize göre dengeli. Evet yapıları eski, para pul yok. Avrupa Birliği oldular ama halen sıkıntı var. Parkları, yeşil alanları fevkalede zengin. Biz bu yapı kültürünü maalesef başaramadık. Türk devleti, bu işte sınıfta kaldı.
Rantta, bilgisizliğe, görgüsüzlüğe ve bunların yanında özellikle büyükşehirlerde göç olayı da tetikledi bunu. Göç, tabi nerden, nasıl başladı? Daha çok yatırımların Batı’ya kayması, Doğu’nun biraz öksüz bırakılması. Herkes iş, aş arayışı içinde. Bir tek işte güzellikleriyle İstanbul gibi şehirlere veya Batı kıyılarının artması bir yana birde kimse bunu dile getirmiyor ama Marshall yardımı Amerika’nın göçte büyük bir tetikleme yaptı. Marshall yardımıyla traktörler ve iş makinaları geldi. Gelince tarım işçisine iş kalmadı. İletişimi kolaylaştırdı. Doğu’daki insanlar Batı’daki veya kıyılardaki şehirlere göç etti ama şehirler hazır değil buna alt yapı olarak karşılamaya. Ve böyle gece kondu dediğimiz, bir gecede mühendislik, mimarlık yardımı almayan hiçbir estetik, bilimsel, sanatsal kaygısı olmayan garip bir görsel gürültü yapılaşma. Kuşadası bunlardan biri. Çok kötü bir mimarlık ve şehircilik örneği oldu halen daha öyle.
Bodrum, beyaz renkli, çatısız, sembolik düz teras çatılı evleriyle nispeten kurtardı ama orası da çok iyi değil. İçinde yaşayanlar farkında olamıyor ama yurt dışına gidip benzer yerleri gezdiğimizde o güzellikleri görünce evleri, bahçeleri, yeşil alanları o zaman anlıyoruz ki çok büyük yanlış yapmışız ve Tanrı’nın bize bahşettiği bu coğrafyayı, tarihi değerleri yok etmişiz ve onları silip geçerek garip yapılaşmayı yapmışızdır. Benim Birleşik Devletler de yaptığım doktora mimari ve şehirsel psikoloji üzerine. Binalarla, şehirlerle insanlığın etkileşimini inceledim. Bilimsel olarak tarif etmeye çalıştık. İnsanları mutlu edecek binaları nasıl yaratır mimarlar. Ne yapmamız lazım ki insanlar daha mutlu olsun. Ünlü psikolog Freud’a kadar insanların ruh durumu diğer insanlarla ve cemiyetle olan ilişkileriyle hep ölçülmüş. Ama sonra hayır demiş. Bu elmanın yarısı. Birde içinde yaşadığımız yapılı mekanlarla olan ilişkimiz bizim mutluluğumuzu, mutsuzluğumuzu şekillendiriyor. Bunun siz farkında değilsiniz. Çok yavaş oluyor ama labarotuvar düzeyinde gösterilmiş ki gerçekten binalar sokağımız, mahallemiz, şehrimiz bizi şekillendiriyor.
Ben doktoramı 1979’da bitirdiğimde Amerika’da, İngiltere’de, Avustural’ya da ve biraz da İskandinav ülkelerinde bu mimari psikoloji öne çıkmaya başladı. Bizde maalesef zaten psikolojimiz bozuk olduğu için çıkmadı. Başbakan geliyor bakıyor hadi yıkın. Başkaları daha büyüğünü yapıyor. Bir belediye geliyor izin veriyor öteki vermiyor. Tamamen tesadüfi bir şehirleşme gerek kıyılarımız Muğla dahil gerek büyükşehirlerimiz de yaşandı. Birde daha önce yapılmış mühendislik açısından da dayanıksız yapılarla bütünleşince çok niteliksiz mimari ve şehirsel stoklarla maalesef Türkiye donatıldı. Bizim büyük bir ayıbımız oldu. Türkiye birçok alanda 50-60 yıl ileri gitti ama bazı güzel örneklerin dışında mimarlık, şehircilik ve yapılaşma konusunda sınıfta kaldı.
Hep olumsuz örnekler verdiniz. Türkiye’de mimari yapımız mimari özelliklerimizi koruyarak geliştirme yapan, başarabilen veya azda olsa yansıtabilen yönleriyle öne çıkmış bir yerleşik bölgesi var mı?
Var tabi. Büyük ölçüde küçük yerleşmeler var. Akyaka biraz önde diyebiliriz. Safranbolu, Amasya öyle. İstanbul’da tarihi yarımada içinde kurtarılmış, el değmemiş mahalleler maalesef çok ender olarak örnek kala kalmış yerler var. Kağıt üstünde çok güzel çizimlerimiz var. Yerine gittiğimiz zaman yok olmuş çoğu. Benim kendi bana memleketim Kuşadası’nda neredeyse sıfırlandı eski o Kuşadası evleri yok oldu. Bir iki tane örnek var onlarda yıkılmak üzere. Mimari hafızamızı da yok ettiğimizde kültürel ağlarımız geçmişte yok oluyor. Atatürk’ün dediği gibi ‘Kültür damarı kesilmiş milletler yok olmaya muhtaçtır’ işte mimariyle biz büyük ölçüde maalesef yapıyoruz ve biraz önce söylediğim gibi mimari, kültürün en büyük en güçlü en kalıcı bileşeni. Başka ülkelere gittiğimiz zaman onların geleneksel milli mimariler görüyoruz. Şuna dikkat çekmek istiyorum. Bangkok’ta bile lağım akar bir bölgede onun üstüne yapılmış gecekondu tipi binalar bile oranın geleneksel mimarisinin vurgularını taşıyor. Bunu biz yapamadık. Betonun gelmesiyle ahşap mimari terk edildi. Betonun tabi avantajları var. Beton bulunduğu zaman mimarlar çok mutlu oldu. Çünkü donuyor heykel gibi kalıyor. Ne şekil verirsen bina öyle olabiliyor. Betonun dezavantajları da var. Kırılgan malzeme, depreme dayanıklı değil çok güçlü yapmazsan. Ahşap öyle değil yaylanır, sallanır ama yıkılmaz.
Mimarlığı, şehirciliği biz öğretebiliyor muyuz? Birde orada sorunlar var. Bende bir hoca olarak bunu paylaşmak zorundayım. Bir kere gelişmiş ülkelerde düzeyli çevrelerle yaşamayı devam ettiren ülkelerde bakıyoruz, mimarlık eğitimi 5 yıldan aşağıya yok. 4 yılda mimar olunamadığını dünya’da söylüyor. 5 yıl sonunda diploma aldıktan sonra imza yetkisi yok. git 3 sene çalış diyorlar. 3 yıl deneyimli bir mimar gözetiminde çalışıyorsun. O mimarın olumlu raporuyla bir sınava giriyorsun devletin yaptığı. Ben bunları geçirdim Amerika’da olsun Brintanya Kraliyeti olsun oralarda yetkim var. Bu sınavları geçirdim. Çok zor sınavlar. Sınavları geçtikten sonra yeki alabiliyorsun.
Şimdi Türkiye’de 4 yıl okuyan ki, birde üniversitelerimizin durumuna bakmak lazım çıkıp imza yetkisine sahip oluyor. Ben 71 mezunuyum. 50 senelik mimarım bugün 4 yıl okuyanla yetiklerimiz aynı. Çağdaş ülkelerde böyle bir şey yok.
Bir başka boyutta okullarımızın durumu. Yurt dışıyla kıyas ettiğimizde. Mimarlık, şehircilik ve çevre ile ilgi bölümleri içeren okulların bir akreditasyon sistemi var. Yani devlet bunları sürekli bilimsel olarak denetliyor. Bizdeki YÖK gibi kağıt üstünde değil. Her yıl üniversiteye, bölüme oturuyorlar tek tek hocalarla, talebelerle konuşuyorlar. Beklenen seviye yoksa askıya alıyorlar diploma verme yetkisini.
Bizde vakıf üniversitelerin çıkmasıyla tamamen kontrolsüz mimarlık, şehircilik bölümleri açıldı. Zaten diplomadan sonra hiçbir konsol yok. Çoğu dersin boş geçtiğini biliyorum. Özellikle Anadolu’da hoca yok. Bir şekilde diplomayı alıyor ama çok zayıf. Onlar için üzülüyorum. Çevremizin durumuna baktığımız zaman devlet politikaları, rant, siyasi ihtiras ve güç arayışı bir yana birde eğitim eksikliği var. Bir milletin ulaştığı medeniyet çizgisi şehirlerinin görüntüsüyle orantılıdır. Bu çok önemli. Şunu da tespit ettim. Şehrin görüntüsü, o şehirde yaşayan veya o ülkenin bir nevi bütün ahlaki, ekonomik sorunlarını yansıtıyor. Biz baktığımız zaman burada ekonomik sorun var, politik gerilim var, terör var, mali sıkıntı var hepsini görüyoruz. Tam tersine bakıyoruz sanat, kültür var insanlar medeni , herkesin belli bir yaşam seviyesi var, fakiri, ezilenleri yok şehir bunu bize hemen yansıtıyor ve kalıcı olarak, şehirler içerideki toplumun aynası oluyor.
Bu birazda kültürle alakalı değil mi?İkinci Dünya Savaşında Prag bombalanmayan birkaç şehirden bir tanesi. Prag halen aynı Prag. Sokaklarında yürümekten keyif alıyorsunuz. Bunun sebebi sadece yönetimlerin bakış açısı mı? Yoksa yaşayan halkın dokuya sahip çıkmaması veya eğitimsizliğinden mi kaynaklanıyor?
Türkiye’nin şöyle bir problemi de var. Doğu ve Batı kültürlerinin arasında kalmış bir ülkeyiz. Bir taraftan Doğu sınırlarımız İslam dünyası ile yapışık, Batı sınırlarımız ise Hıristiyan dünyası ile yapışık. Türkiye ikisinin arasında.Atatürk, Türkiye’yi Batı’ya doğru çevirmek istemiş fakat ömrü yetmemiş. Onun için Türkiye’de kültürel kargaşa yaşanıyor. Sihirli şey, çokluktan birlik çıkarabilmek. Bir eser yaratacaksın ki, bir çok şey var ama neticede bütün oluyor. İşte Türkiye bunu başaramadı. Yani devlet büyüklerimiz başaramadı. Oryantal dediğimiz hala, Doğu Arap kültürü dediğimiz boşlukları, zafiyeti devam etti. Çağdaş ülkelerle senkronize olmayı tam başaramadık ve öyle bir durum oldu ki, ne Doğu’ya yaradı, ne Batı’ya yaradı. Halen Avrupa Birliği almıyor. Bulgaristan bile girdi. 7 sene Arabistan’da çalıştım. Araplar bizi sevmiyor. Osmanlı’yı tümüyle silmek istiyorlar. Hiçbir tarafa da yaranamadık. Benim beklentim öyle bir lider gelse de bugün yaşadığımız Kürdü, Lazı, Çerkezi hepsinden bir bütünlük, bir zenginlik çıkarabilse. Bunu başaramadık ve bir bölünme maalesef ufukta bir kaygı olarak gözüküyor.
Bu karmaşa ve kaos başından beri anlattığınız şehirlerdeki mimarinin psikolojik bozukluğu, aynı zamanda toplumların ve insanların kültürel, sanat, teknoloji alanında üretimlerini de olumsuz yansıyor. Düzgün bir şeyler üretemez hale geliyor diyebilir miyiz?
Diyebiliriz.ben Kalamış’ta büyüdüm ahşap evler, köşkler içinde. Şimdi hiç eser yok. Bu Kentsel Dönüşümde hastalıklı bir şekilde ilerliyor başta İstanbul’da. Her şey yıkılıyor. O hafıza siliniyor. Kültürel varlık yerine konamıyor. Ateş böcekleri gitti yerine sivrisinekler geldi. Fark bu oldu. Çevre bozulunca bizde bozuluyoruz.
Size Türkiye’nin bu çarpık yapılaşmasının önündeki sorunları kaldırma noktasında mimarimizi tekrar kimlik kazandırma noktasında sizin gibi dünya çapındaki bir otoriteye gerek yerel yönetimlerden gerek merkezi yönetimden yeterince baskı, taciz geliyor mu sorunların çözümü noktasında? Sizi yeterince değerlendiriyorlar mı?
Tabi ki hayır. Maalesef yabancılar bana daha çok sahip çıktı. Uluslar arası Mimarlık Akademisi var Birleşmiş Milletler bünyesinde bütün dünya mimarlarını ve şehircilerini topluyor. Burada iki kademe var. Biri profesörlük. 1985’lerde buranın ben profesörlüğüne atandım. İlk ve tek Türk bendim. Daha sonra da 2000’de dünyadaki sadece 100 mimara verilen büyük usta ünvanını bana verdiler. Halen orada tek Türküm bu ünvanı alan. Birde Avrupa ilk defa Türk mimarına bir derginin tamamını ayırdı. ABD’de doktora yaparken yabancılar başarayım diye seferber oldular. Ancak Türkiye’de maalesef üç kişi sahip çıktı diyebilirim. Onların dışında destek görmedim. Köstek gördüm.
Gebze Bilişim Vadisi yıkım kararı çıkıyor. 50 milyon dolar harcanan, senin benim verdiğim vergilerden binaları kullanmadan yıkıyorlar. Niye yıkıyorlar? Hırs. Sayın Bakan Fikri Işık ben olacağım burada bir tek demiş. Ahmet Vefik Alp’i kazıyın. Silikon Vadisi denince akla Fikri Işık gelsin. Ahmet Vefik Alp ismi güçlü. Ben paylaşmayayım onunla. Birde öbür boyutu var 50 milyon dolar. Büyük rakam. O tabloda benim olmam istenmemiş. Biz oradan dışladılar. Bırakın yıkımı projeyi bizimle devam ettirmeleri lazımdı. Türkiye’nin bilimde amiral gemisi olacaktı. Tüm Türkiye’nin kalbiydi. Şimdi kötü bir proje hazırlamışlar. Beton yığını, emsali on kat arttırmışlar. Ve mahkemede nitekim iptaline karar verdi yaptıkları projenin. Ve bizim binaların korunması için bilirkişini rapor vermesine rağmen rapor UYAP’ta çıktı. Hafta sonu operasyon başlatıp bir binayı götürdüler. Çok üzülüyoruz. Bir mimari soykırım oldu.
MHP ve Bahçeli hakkında ne dedi? Daha önce Milliyetçi Hareket Partisi’nden aday oldunuz. Şu anki MHP’nin kongre kurultay süreci ile ilgili ne söylerisiniz? Sizin genel görüşünüz ve bakış açınız nedir?
93 sonlarında hiç tanışmıyorduk daha önce Türkeş Bey heyet gönderdi ve bana İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı teklif etti. Kabul ettim. Başbuğ vefat ettikten sonra bana çok baskı oldu genel başkan o diye. Dedim ki, ben yeniyim daha esikler var burada onlara yakışır. Devlet Beyle de çalıştık ama Devlet Bey çok farklı bir çizgi çizdi. Beni oy için kullandı. Mutfağa sokmadı. O zaman ben Devlet Bey’e gittim dedim ki, “bakın sayın genel başkanım ben 94’de Belediye Başkanı adayı oldum. Şimdi izin verirseniz mecliste çalışmak istiyorum”. O zaman MHP ‘nin oyları yüzde 2’lerde, yüzde 9’a çıkarabildim. Seçilemeyeceğim dışarıda kalacağım. “Sizin bizlerle olmamız bir lütuf” dedi. Bende kıramadım artık ve çok iyi bir çalışma oldu o dönem. Devlet Bey’den bile bir telefon gelmedi. Başbakan Baş Danışmanı ünvanı taşıyorum ama Başbakanla görüşemiyorum. Türkiye klasiği. Devlet Beyle çalışamadım ve istifa ettim. MHP Genel Merkezi Avrupa birinciliği kazandı. AK Parti’den yazılı tebrik geldi. MHP’den kendi binaları gelmedi. Bence Sayın Bahçeli en kısa zamanda kendine yakışır bir şekilde kurultayı çağırmalı, önce tüzük değişmeli, seçimli kurultay imkanı gelmeli. Benim gibi istifa edenlere de bir ceza var. 2 sene üye olmadan seçilemiyorsun. Buda kalkmalı. Küskünler gelmeli o tüzükle ve yeni bir kadroya teslim edip onurla, kendisi de onursal başkanımız, büyüğümüz olarak devem etmeli. Bunu yapmazsa partiye yazın olacak.
Sevgili Hocam. Bu kadar yoğun çalışma arasında bize vakit ayırdığınız ve verdiğiniz çok değerli bilgiler için HABER Gazetesi ve okurlarımız adına çok teşekkür ediyorum. Ve mimarimizde bolca milli yansımaların gözümüze çarptı, çarpık kentleşme sorununun tamamen ortadan kalktığı, kimlikli mimarimizle donanmış kimlikli şehirlerimizin oluştuğu bir Türkiye diliyorum.
-Ben de çok teşekkür ediyor ve bu güzel dileklerinizin gerçekleşmesini istiyor , okurlarınıza da selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Muğla HABER Gazetesi