İktisatçı Ege Cansen, 2016 yılı beklentilerini değerlendirdiği açıklamasında “Taş gibi, 100 sene dayanacak binalar çatır çatır yıkılıp yeniden yapılıyor. Milli servet sıfırlanıyor” dedi.
“Bankacılık sisteminin vazifesi tasarruf sahibine güven vermektir. Bankacının birinci vazifesi müteşebbise kredi vermek değil, tasarruf sahibinin mevduatına, vediasına ihanet etmemektir.
“Efendim ben sanayi destekleyeceğim.” Vediaya ihanet etmemek şartıyla desteklersin. Nasıl desteklersin bu senin bileceğin. Haydarpaşa’da silo var. Üzerinde, “Ofis çiftçinin kara gün dostudur” yazar. Banka da mevduat sahibinin kara gün dostudur. 1929 krizinden sonra ABD’de bankacılıkla sanayicilik birbirinden tamamen ayrılmış, aralarında duvarlar olmuştur. Bankanın sınai teşebbüsü olmaz…”
“…Türkiye’de bankalar, büyük cari açıkları yurtdışından gelen paralarla kapatmanın aracısıdır. Bizde kredinin mevduata oranı 100’den fazla. Niye? Çünkü yabancı kredi kullanıyorlar. Yabancıların tasarruflarını Türkiye’de plase ediyorlar. Klasik tabirle cari açık tasarruf ithal etmektir. Bir ülke, tasarrufu var yatıramıyor, ihraç ediyor. Diğerine de iç tasarruf yetmiyor, ithal ediyor.
Halkın mevduatı nereye gidiyor? İnşaata gidiyor! 1 milyon tane bilmem ne satılıyor. Demek ki işadamı için inşaatın getirisi mevduat faizinden daha cazip. Taş gibi, 100 sene dayanacak binalar çatır çatır yıkılıp yeniden yapılıyor. Milli servet sıfırlanıyor.
Türkiye’de görülen şu: Tasarruflar verimsiz alanlara gidiyor, Eskiden 10 senelik kirası ile binanın değeri eşitlenirdi. Şimdi oldu 20-25 sene. Spekülatif kazançlar olduğu için kimse kiraya bakmıyor. Bugün al yarın iki misline satarsın. Ne oldu ekonomi? Spekülasyona kaydı. Ne oldu? Varlık fiyatları enflasyonu oldu! “Tut kazan”, “işlet kazan” değil. Bu Türkiye’nin yapısal sorunu.
Burada bankaların vazifesi makul kar edip tasarruf sahibi ile kredi ihtiyacı olanı buluşturmak. Bankanın özkaynağından kredi vermesi çok ilave bir şeydir, özkaynağın 8 katı kredi verebilirsin.
Özkaynağın amacı mevduat sahibine güvence vermektir. Yoksa paranın esas kaynağı mevduattır. Özkaynakla kredi verilmez.
Basel sana ne diyor? “Senin vazifen, önceliğin mevduat sahibinin mevduatının deve olmamasıdır. Zarar edersen özkaynağından et.” Neticede en verimli ekonomi böyle kurulur. Banka batması kadar bir ekonomiyi perişan eden başka bir şey olmaz.
Türkiye, iç piyasaya dayalı bir büyüme modeli içinde olduğu için, onda da karlar operatif değil spekülatif alana kaydığı için az kar olur. Millet kar etmek istemiyor ki! Değeri artsın yeter diyor. Kar etme isteği azalmıştır. Öyle olsa millet hisse senedine yatırım yapar. Borsa çakıldı kaldı. ‘Al sat’la hadiseyi götürüyorsun. Birbirini ütüyosun.
BORCU NASIL ÖDEYECEĞİZ ENDİŞESİ GEREKSİZ
Şehirlerin girişinde nüfus tabelaları vardır. Sayımın yapıldığı gün doğanlar ve ölenler var. Sayım günü bile akşam çıkan rakam kesin değildir. 5 sene o rakam orada duruyor. Birine diyorsun ki “İstanbul’un nüfusu 13 milyondur”, o diyor ki “13 milyon 413 bindir!” Tabela rakamını söylüyor.
“Türkiye’nin net dış borcu milli gelirinin yarısından fazla. Bunu nasıl ödeyeceğiz? Yeni borç alınmayacak, borç yaratılmayacak, bunu nasıl ödeyeceğiz?” dersen, bu tasfiye mantığıdır. Ülkeler tasfiye edilmez! Alacaklılar sana yeniden kredi vermezse bu hesabın önemi var. Hayat devam ediyorsa, iyi kötü bir güven varsa o böyle döndüre döndüre gider. Borca akla attırırsın, köprü finansman yaparsın. Buradan bir sonuç söylemek gerekirse 2016’da yabancıların paniğe kapılıp Türkiye’den bir an önce borçlarımızı tahsil edelim diyeceklerini sanmıyorum. Böyle bir tehlike gözükmüyor. Aşağı yukarı hiç gözükmüyor. “Efendim 2016’da bu kadar borç ödenecek, bakalım bunu nerden bulacağız?” gibi lüzumsuz heyecana gerek yok.
Dünya