İnşaat sektörünün son 10 yıllık değerlendirmesi!

İnşaat sektörünün son 10 yıllık değerlendirmesi!

Türkiye ekonomisinin 90’lardaki gidişatını en iyimser bakış açısıyla bile ağır-aksak ve vasat ifadeleriyle nitelendirebiliriz. 2000’lerde ise genişleyen ve derinlik kazanan gerçek bir ekonomik büyüme vardır. 2000’lerin dramatik dönüşüm geçiren ekonomi politikası ve çok daha verimli çalışarak asıl ‘zenginlik üretme’ işini üstlenen özel sektörü bu büyümenin temelini kurdu ve üstüne de kat çıktı.

 

MUHALEFET OLSUN DİYE …
Elbette ki, halen ne ekonomi politikamız bir harika ne de ekonomimizin kendisi yeterince dinamik ve rekabetçi. Daha gidecek çok yolumuz var ve 2000’den sonra yapabildiklerimiz bir bütün olarak eleştiriye açık, hatta muhtaç. Ne yazık ki, doğru ve yol gösteren eleştiri bir hayli kıt. Son zamanlarda sıkça dile getirilen bir eleştiri adeta sırf muhalefet olsun diye ortaya atılmış görünüyor. ‘Sadece beton üreten bir ekonomiyle nereye kadar diye başlayan ve sonuna kadar kullanılan bir argüman bu. Öncelikle, ‘sadece beton üretmek’ tabiri son yıllarda dört bir yana sirayet eden algıları yönetme saplantısının bir yansıması, inşaat sektörü son 10-12 yıldaki büyümenin öncü sektörlerinden birisi. Otomotiv, iletişim, ulaşım/taşımacılık, bankacılık, turizm, kamunun yeni yatırımları ve özel sektörün yeni girişimleri ile kalite sıçraması gerçekleştiren eğitim ve sağlık, imalat sanayimizin muhtelif dinamik kolları, istikrarlı bir şekilde genişleyen ve dallanıp çeşitlenen hizmetler sektörü diğer öncülerimizdir. Hem, biz beton üretmiyoruz. İnsanların alış-veriş yaptıkları, gün boyu çalıştıkları ve kalan sürede de barındıktan AVM’leri, iş merkezlerini, konudan, yani yaşam alanlarını üretiyoruz. Doğrudan yaşam kalitemizi artıran mekânları, 90’lardaki hallerine nispeten, çok daha güvenli, temiz, kullanışlı ve estetik bir şekilde inşa ediyoruz. Dahası, analitik düşünmeyi muhalif olma kaygısına feda edenler unutmuş olabilir ama bir deprem ülkesinde yaşıyoruz. İnşaat sektörünün böyle bir gelişim kaydetmesi nasıl önemsiz ve faydasız olabilir ki? İşin tuhaf yanı şu ki, 17 Ağustos depreminden sonra kendi kendimize sövüp saydık. Beton bile üretmeyi beceremediğimiz için milletçe yakındık durduk. Bu yetersizliğimiz yüzünden en değerli varlığımızı, on binlerce insanımızı kaybettik. Şimdi ise bir yandan Japonların depreme dayanıklı inşaat teknolojisine hayranlıkla bakıp, diğer yandan kendi inşaat sektörümüzün kaydettiği ilerlemeyi yaftalamanın yollarını arıyoruz. Büyük depremden sonra, gelecek depremlere hazırlık için hiçbir şey yapılmadığı söylendi durdu. Ve nihayet bir şeyler, önemli şeyler yapmaya başladık. Yapı teknolojisi ve malzemesindeki iyileşmelerle sınırlı kalmadı bu yaptıklarımız. Kentsel Dönüşüm ile ülkenin gayrimenkul varlığının hukukî/meşru bir mülkiyet haklan zeminine kavuşmasına, böylelikle de kredi işlemlerinde teminat gösterilebilir, ‘âtıl kalmayan’ bir ekonomik kaynak birikimine yol açtık. Orta ve uzun vadede kayıt dışı ekonomiyi kayıt içine alacak, vergi tabanım genişletecek bir dönüşüm bu aynı zamanda.

HİÇ SORUN YOK MU ?
Bence var. 2010-2012 döneminin kredi genişlemesinde konut kredileri aşırı şişik bir seyir tutturmuştu. Sonrasında Yumuşak iniş’ diye adlandırılan politika tedbirleri ile bu aşın riskli eğilim bir dereceye kadar törpülendi. Yine de gayrimenkul inşaatına aşırı miktarda bir sermaye tahsis ediyor olabiliriz. Sektörün tüketici harcamalarından en uzak ve bu nedenle de hesaplama hatalarına en yakın kısmı olan iş merkezi ve gökdelenlerin sayısında şimdiden Avrupa’ya açık ara fark atmış olmamız tedirgin edici. Fakat öte yandan, adeta bu dengesizliği telafi eden bir tasarrufçu rolüne bürünen hayli sağlam bir maliye politikamız da var.
2010-2015’in önce yapay bir şekilde hızlı büyüme ve sonrasındaki vasat gidişatından oluşan ekonomik döngüsünü gelecek haftalarda daha yakından ele almak niyetiyle, bu konuya şimdilik bir nokta koyuyorum.
Ünsal Çetin/Yeni Yüzyıl

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*