Habertürk gazetesinde yer alan Damla Çeliktaban yazısı; İstanbul’daki hava kirliliğinin olağan şüphelisi trafik gibi gözükse de yıkılan binalar daha büyük bir tehlike. Havada uçuşan partiküller arasında kanserojen etkisi kesin kanıtlı olan asbest de var.
Sabah saat 08.00’de betona vuran vincin sesiyle güne başlamak benim için alışıldık bir şey. Evimin bulunduğu sokakta yürürken şalımla ağzımı burnumu örtmek, evde bulunduğum saatlerde tüm camları sıkı sıkıya kapatmak ve sokak boyunca yıkılan, temeli kazılan, hafriyatı atılan binaların sesinden kaçmaya çalışmak günlük hayatımın bir parçası. Ben Kadıköy’de yaşıyorum. Dahasını söyleyeyim mi?
Oğlumun gittiği, sokak arasında, yemyeşil bahçeli güzel okulun öğretmenlerinden sabah şöyle bir mesaj geliyor bana: “Okulumuzun yanındaki binanın yıkım işleri son derece sağlıksız bir şekilde sürdü. Okulun içinde tüm camlar kapalı olmasına rağmen tozdan, gürültüden ve görüntüden fazlasıyla etkilendik. Yıkım işlemi yarın da sürecek. Koşullar çocuklarımız için çok sağlıklı olmayacağından onları okula göndermeme hususunda düşünmenizi rica ederiz.”
Çocuklarımızı geçen haftadan beri okula göndermiyoruz. Yan binadaki usulsüz yıkımı belediyeye şikâyet edip duruyoruz. Bir tanesiyle biz 40 çocuğun velisi uğraşabiliyoruz; peki bütün binalar yıkılıp yeniden yapılana kadar nefesimizi mi tutacağız? Bu şehirde yaşamaya devam ederken çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
ASBEST
İstanbul’daki hava kirliliğinin olağan şüphelisi trafik gibi gözükse de yıkılan binalar daha büyük bir tehlike. Havada uçuşan partiküller arasında kanserojen etkisi kesin kanıtlı olan asbest de var. Bakın nasıl bir şey asbest:
“Asbest, solunum ya da içme suyuyla vücuda girdiğinde başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açar. Asbest lifleri havayla alındığında bu liflerin büyük bölümü hava yolları hücrelerinde birikir. Bunların bir bölümü akciğerin derin kısımlarına kadar iner ve vücuttan hiçbir zaman çıkmayabilir. Asbestin neden olduğu hastalıkların ortaya çıkması için 20–40 yıl geçmesi gerekir. Kısacası, yıkılmakta olan binalar asbest içermekte olup, yıkım sırasında yalnızca bu işte çalışanlar değil, çevredeki halk da asbest tozlarına maruz kalacak ve zarar görecektir.” (Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı)
İstanbul inşaata doyamazken çocuklarımız aldıkları her nefesle zehirleniyor mu?
ELLE SÖKTÜRÜLEN BİNA
Fransız sosyolog Annie Thebaud- Mony, 1970’li yıllarda Paris’teki Jussieu Üniversitesi’ndeki “toksik felaket” ile dünya gündemine giren asbestle ilgili çalışmalarıyla tanınıyor. Thebaud-Mony’nin çalışmaları sayesinde binanın yıkılması sırasında ortaya çıkacak olan asbest bulutlarının da kanserojen olduğu anlaşılınca binanın dikkatli bir biçimde parça parça sökülmesine karar verildi. Asbestli binanın sökümüne 1998 yılında başlandı ve bu işlem hâlâ tamamlanamadı.
Bizde tabii insana değil inşaata kıymet verildiği için bir sokakta eşzamanlı olarak 3 binanın yıkılmasında bir beis görülmüyor. Önlem olarak da tek bir hortumla toz bulutunun üzerine su sıkılıyor.
Bazen düşünüyorum. Nerede yaşıyoruz? Gezegen değil mi burası? Tek istediğimiz temiz hava, su, temiz toprak ve biraz yeşil alanken neden hiçbiri yok bizde? Büyüdüğüm şehir beni ve diğer herkesi her gün trafiğiyle, kirli havasıyla, kalabalığı ve gürültüsüyle öğütüyor. İnşaat hızını kesmezken hem nefesimizi, hem rüzgârımızı, hem de güneşimizi kesebiliyor…
Damla Çeliktaban/Habertürk